Fraktal Bir Yüzyılın İmgeleri
1 Mart 2016
Fraktal Bir Yüzyılın İmgeleri
Bölüm 1
20.yüzyıla kadar,sanatın en önemli özelliği toplumun “değerli” gördüğü herşeyi “doğru” olarak yansıtmasıydı.Fotoğrafın icadıyla beraber resim sanatının taklit-temsil ile tüm mekan ve anlam bütünlüğüde ortadan kalktı.Bir zamanlar sanat akımlarının doğmasına neden olan fotoğraf,tarih süresi içinde resim yapıtının fotoğrafını (çekip) çoğaltarak onun tek olma özelliğini de elinden aldı.Bu yolla sanat yapıtı artık yalnızca olduğu yerde değil birçok yerde görülebilir bir hale geldi.
Bir müzedeki yapıt,takvim yapraklarına,posterlere,kitaplara,t-shirlere basılabilir oldu.Kendi mekanında “tek” olan yapıt,görünütüsünün çoğaltılmasıyla beraber mekan değiştirip bir anlam kaybına uğramaya başladı.Yapıt artık müzedeki anlamından çıkıp gündelik hayatın içinde bambaşka bir anlama karıştı.Örneğin Da Vinci’nin La Jakond tablosu artık müzedeki anlamıyla bir manav dükkanındaki anlamı artık aynı değildi.Bu anlamların birbirine karışmaya başlaması,kopyanın orjinali etkilemesi tartışmasınıda beraberinde getirdi.

Bir zamanlar sanat yapıtının imgesini etkileyen onu çoğaltan fotoğraf bugün yerini gazeteler, dergiler, bilgisayarlar ve televizyon ekranlarına bıraktı.Böylece günümüzde imgelerin üzerimizdeki hakimiyeti sanat boyutundan gündelik hayata sıçramış oldu.İmgeler artık günümüzde temsil ettikleri gerçeklektikten daha fazlasını (hatta görmek istemediklerimizde) bize göstermeye başlamıştır.İmgelerin içerikleri,teknoloji ve medya kurumlarının hakimiyetindeki ekranlar üzerinden bize dağıtılmaktadır.Bu görüntü bombardımanı tıpkı bir zamanlar resimde olduğu gibi aslının(orjinalinin) yerine göstergeleri konmuş bir gerçeklikten oluşmaktadır.Yani artık içeriği saptırılmış bir gerçekliğin hayatımıza egemen olmaya başladığı söylenebilir.
(Günümüzde politikayı kamuoyu araştırmaları,reklamı testler,radyoda çalınan parçaları tüketici panelleri, sinemada oynatılan filmlerin sonunu ve afişlerini anketler, televizyon programlarını reytingler belirlemektedir.)
Belkide geçmişten günümüze yaşadığımız en büyük değişim,bugün imgelerinin kontrolünün,üretiminin ve dağıtmının dijital işlemcilere,yapay belleklere ve teknolojik iletişim araçlarına geçmiş olmasıdır.
Örneğin;
“Bugün dünyada saniyede iki Barbie bebek satılırken 2,8 milyar insan günde iki doların altında parayla çalışmaktadır.Dünyada saatte bir milyon Coca Cola satılırıken avrupada iki milyon işsiz vardır.”
Bu tür iki farklı kutuplarda oluşturulmuş gerçek habelerin içerikleri ve görsel şablonların dağılımı yapılırken,güç ve kontrol artık haberin kaynağından gelmemektedir.İmgelerin kontrolünün artık bizim hakimiyetimizden çıkmış olması bu gerçekliğin yoğunluğunu sürekli azaltıp,değiştirmektedir.İç içe geçen imgeler ve süreklilikleri haberin önemini zamanla kaybetmektedirler.
Bu bağlamda görüntü üretiminin teknolojik seyri bugün bize siyasal, dinsel, ekonomik vs.. yapısıyla ilgilide çok tehlike uyarısında bulunmaktadır.
Bu kadar imge bolluğunda görecek birşey bulamamız ve hiçbirşeyin üzerimizde kalıcı bir iz bırakmaması bu sistemin fraktal bir yapısının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.Dolayısıyla gerçeklikle bağlantısı kopmuş imajlar üreten sanatta bu sistemin bir iz düşümü haline geliyor.
Modern dönemde geçmişin gerçeği olduğu gibi belgeleme ve kanıt olarak kullanma özelliği günümüzde tarihi manipüle etme gücüne dönüşmüştür.Artık fotoğraf sanatı içeriklerle değil görüntülerle uğraşmaktadır.Gerçeği yeniden üreterek “öz” ün anlam ve içeriğini değiştirmeye başlamıştır.
İmgelerin ve görüntülerin bombardımanı ile kendine yabancılaşan insan günümüzde algıda gerçeğin bozulumunu yaşıyor.Fotoğraf tarihinin kısa ama hızlı serüveni günümüzde medya ağının ve teknolojinin gelişmesiyle belleklerimizi köşeye sıkıştırıyor.
Ve henüz yaşadığımız yüzyılın başındayız….

Bölüm 2
İlk defa Sanal terimi 18.yy’ın başında,bir nesnenin yansımış görüntüsünü yada imgesini betimlemek için optikte kullanılmıştı.Nesneden yansıyan imge ondan ayrı değil onu tamamlayan bir düzeneğin parçasıdır.
İmgelerin sanal olmasının başlıca sebebi hem onu izleyenlerden hemde onu kullananlardan uzak olmaları,hemde bu uzaklık her an aşılabilirmiş izlenimi vermesinden kaynaklanmaktadır.Bugün de sanal ile gerçeklik kavramlarıda benzer ilişki içindedirler.Seyrettiğimiz filmlerin görüntüleri,dinlediğimiz müziklerin sesleri zihnimizde pek az kontrol edebildiğimiz bir sürecin sonucudur.Bizde farklılık hissi yaratan şey bu deneyimlerle ilerleyen süreçte neler yapabildiğimizdir.
Yaşadığımız çağda dijital ortamlardaki imgeler aslında bir dizi elektrik yükünden ibarettir.Ve bu imgeler her an değişmeye ve yer değiştirmeye hazırdırlar.E-postalar, multimedya görüntüleri ve görseller bir kıtadan ötekine geçerken mekanı adeta bir tür kırılmaya çözülmeye uğratırlar.
Bu değişim,bugün bizlere 18.yy “Sanal” terimindeki nesnenin yansımış (optik) görüntüsünün tanımında büyük değişimlerin olduğunu söylemektedir.Artık imgeler yalnızca (optikte olduğu gibi) dünyayı bize yansıtmak için kullanılmamaktadırlar. Tam tersine hayatlarımızı,sosyal ortamımızı,ilişkilerimizi ve bizi şekillendiren bir konuma taşınmışlardır.Sanal Gerçeklik kavramıyla beraber düşüncelerimiz zaman içinde algılarımız ve deneyimlerimizle beraber saydam bir konuma taşınmıştır. Bizler artık hem izleyici kitlesi,hem de iletim ağının kendisini haline gelmeye başaladığımızı söyleyebiliriz.
İşlevini kaybetmiş fotoğraf sanatı da bu noktada teknolojinin hızıyla beraber sanal gerçekliğe benzemiştir.Gerçekliği adeta bu sanal ağların içinde emilip yutulmuştur. Fotoğrafçının çektiği görüntülerin dijital olarak kodlanıyor olması ve hepsinin bir işlemciden ötekine hareket etmesi (bilgisayardan televizyona yada cep telefonuna) fotoğrafın imgesinide etkilemiştir.Artık “gerçek” sanıldığı kadar açık seçik bir şey değildir.İmgesi ise dijital kodlanan ve üst üste yazılan kodlamalar ile tamamen sentetik bir hale gelmiştir.
Sayısal processing’in ile beraber “nostalji duygu” kavramıda bir zincirleme reaksiyona girmiştir.Klasik fotoğraf ile oluşan o hatırlanması gereken yokluk evresi yerini herşeyin görülmesi gereken (hatta üretilmesi gereken) bir sahneye bırakmıştır.
Yaşadığımız çağ ise dini,siyaseti,ekonomiyi,sosyal ilişkileri,haberi bir tür “anlam” bombardımanına boğmaktadır.Her birey dijital işlemcilerle (network) birbirine bağlanıp bu ortamda bir tür imge aktarıcısına dönüşmektedir.Fakat bu trafikte imgeler bireyleri eğitip bilgilendirmemektedirler.Sadece haberdar olmak için bireylerin büyük bir ağa dönüşmesini sağlamaktadırlar.Günümüzde bu imgelerden yola çıkıp herhangi bir gerçekliğe ulaşmak imkansız hale gelmiştir.
Bu muazzam içe gömülme beraberinde duyarsızlaşma ve eyleme geçme arzusunu getirmiştir.Bireyler bu aşırı anlam ve aşırı anlamsızlığın ortasında sisteme özgü ani içsel sarsıntılarla yaşar haline gelmişlerdir.
Bu belki de yapay zeka kavramının ilk habercisi niteliğindedir.Günümüzde insanlık kendisinden daha güçlü bir makina icat etmeyi hayal ederek başladığı bu serüvende sanal gerçeklikle belkide ilk ciddi flörtünü yaşıyor.Yapay bellekler hayatlarımızda egemeliklerini arttırırken bedenlerimiz,dilimiz ve düşüncelerimiz gereksiz bir işleve dönüşüyor…

Yeni dünya düzeni içinde tüm devrimlerin ve yeniden canlandırma mekanizmalarının dönemi kapanırken,kapalı devreler ve dijital işlemcilerle insanların birbirine bağlandığı sanal evren “fiziki gerçeklik” le mesafemizi hergün biraz daha saydamlaştırıyor…
Bölüm 3
“Gerçek” günümüzde manipüle edilmektedir.Bu yeniden yapılandırma tabiki eskiden olduğu gibi gene egemen sınıfların ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yapılandırılıyor.Bu bilgi akışının yoğunluğunda toplumsal bellek yitimi bir tür virüs gibi çoğalmaya devam ediyor.
İmgelerin ve bilgilerin mutlak hakimiyeti yaşadığımız yüzyılda gazeteler,dergiler ve kitaplardan dijital platforma doğru kaymaya başlamıştır.Bu mekan değişikliği matbaanın icadından sonraki en büyük değişim hareketidir.M.Ö 10.000’li yıllarda fiziki mekan içinde eşzamanlı yaşayan topluluklar M.S 1400’lü yıllarda matbaanın keşfiyle beraber bilgi hareketini bedenden bağımsız bir hale getirmişlerdi.Bilgi artık dünayayı basılı bir metin olarak dolaşmaktaydı.M.S 1847-1950 arasında ise elgraf, telefon, faks, televizyon gibi buluşlarla beraber bilginin ulaşım hızı artmış ve eskiden belirli zaman ve makanlarda ulaşılabilen bilgiye herkes kolayca ulaşabilir olmuştu.Günümüzde ise internetin ve multimedya araçlarının kullanımı ile bilginin ulaşım hızı ışık hızına çıkmış ve bireyin farklı hız ve yönde hareketine göre bilgi de değişir bir hal almıştır.
Bir nevi atom boyutundan “bit” boyutuna geçiş yapan bireyin bilgi alış verişi de belirsiz,değişken ve akışkan bir hale gelmiştir.
Bilgi bu uzun yolculuk serüveninde –gerçek- mekandan uzaklaşıp –olası- bir mekana, -olay- mekanından –düşünce- mekanına geçmiştir.-Sınırlı- bir alandan –sınırsız- bir alana yayılan bilgi artık sanal bir mekandadır.Sanal olma durumu birşeyin başka bir şey olma durumudur.Yani bir anlamda gerçeğin tüm özelliklerini taşıma potansiyelidir.Dolaşım ağındaki her bilgide bu dolaşım ağında başka bir bilgiyle değişime uğrar.
Günümüzde fotoğraf da icat edildiği ilk günden bu yana bu büyük devrimden nasibini alıyor : Bir tür eşzamanlı kitle aracına dönüşüyor.İmge aktarım aracı görevini üstleniyor.(Eskiden işlevi sadece imgeleri yakalamaktan ibaretti.) Görüntüler 1-0-1-0 olarak kodlanırken artık imgeleri de yapıbozumuna uğratabiliyor. Formüllerle üretilmiş bir imgenin gerçekte artık tam olarak ne olduğunu bugün bilemiyoruz.
Yaşadığımız bu çağda imge boyutuna daha fazla bilgi eklendikçe gelecek ile geçmiş, dijital dünya ile gerçek dünya arasındaki sınırlar daha kaotik-anlaşılmaz bir hal almaya başlıyor.Eskiden fotoğraflar geçmiş bir zaman dilimide kaybolan anları temsil ederlerken günümüzde fotoğraf geçmiş,gelecek ve şimdiki zamanın sanki bir temsili gibidir.Bizi fiziksel dünyanın ötesine geçmeye çağırıyorlar.(dijital kodlamlar ile) Sadece “anlamı” değil,maddi dünyayı da bir anlamda çözülüme uğratıyorlar.
İmgelerden oluşan bu görüntü bombardımanı hepimizin zihinlerinde isteklere cevap veremeyen sonsuz bir şimdi yaratıyor.Görmek istemediklerimizi bize gösterir hale getirirken toplumsal bir yabancılaşmaya maruz bırakıyor.İmgeler yapay bir dünyadan hareket edilerek kendi gerçeğini yeniden üretir hale geliyor.Bu yüzden yaşadığımız çağ bilginin değil görüntülerin-anlık- egemen olduğu bir çağ haline gelmektedir.
Buna da bakmak isteyebilirsiniz ...