TÜRK HAT SANATI
18 Mart 2016
Prof. M. Uğur DERMAN
TÜRK HAT SANATI
Türk hat sanatı denilince, Türk’lerin İslamiyet’i kabul edişinden sonra okuma yazma vasıtası olarak seçtikleri arap asıllı harflerle vücuda getirilen sanat yazıları anlaşılır. Ancak şunu hemen belirtelim ki Arap harfleri İslamiyet’in huzurundan sonra yavaş yavaş estetik unsurlar kazanarak, bu hal ve VIII. Yüzyılın ortalarında süratlenmiş, Türkler’in İslam aleminde oldukları çağda zaten mühim bir sanat dalı haline gelmişti. Bu sebeple evvela Arap asıllı harflerin bünyesi ve İslam’ın ilk asırlarında gelişmesi hakkında kısa bir bilgi vermek gerekecektir.
Yazı sanatının İslam kaynaklarında en özlü tarifi “hat, cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendesedir.” cümlesiyle yapılmıştır ve hat sanatı, bu tarife uygun bir anlayış çevresinde asırlardır süregelmiştir. Çünkü bu yazı sisteminde harflerin çoğu kelimesinin başına, ortasına ve sonuna gelişlerine göre bünye değişikliğine uğrar.
Sanat haline dönüşüyle pek kıvrak bir şekilde görülen hallerin, birbirleri ile bitiştiklerinde kazandıkları görünüş zenginliği, hele aynı kelime veya cümlenin muhtelif terkiplerle yazılabilme imkanı, bu yazılara, sanatta aranılan sonsuzluk ve yenilik kapısını açık tutmuştur.
Arap hattı, muhtelif devrelerde en fazla işlediği bölgeye nispetle, İSlam öncesi Ambari, Hiri, Mekki ve Hicret’ten sonra da medeni isimlerini alarak gelişti. İslam’ın kitap haline getirilen ilk metni olan Kuran, işte bu mekki, medeni hatla deri (parşömen) üstüne siyah mürekkeple, noktasız ve hareketsiz biçimde yazılmıştı ki, bu ilk örneklerde elbette sanat mülahazası aranılmamıştır. Zamanla bu yazı iki tarza ayrıldı: Sert köşeli olan mushaflara ve kalıcı yazışmalara tahsis edilerek, en ziyade küffede işlendiği için küfi adıyla anılmaya başlandı. Süratli yazılabilen ve sert köşeli olmayan diğer tarz ise günlük işlerde kullanıldı: yuvarlak ve yumuşak karakterlerinden dolayı sanat icrasına uygun bir hal aldı. Yeni yazı cinslerinin bazıları, nispet ifade eden isimlerden anlaşılacağı gibi tomar hattı esas alınarak onun muayyen nispete (yarımı üçte bir, üçte iki) küçültülmüş kalemi ile yazılıyor. Bu küçülmede yazılar yeni hususiyetler kazanırken, yazma aletinin adı olan kalem bu nispete dayanılarak hat manasına da kullanılıyordu.
Abbasiler devrinde gittikçe gelişen ilim ve sanat hareketleri sayesinde büyük merkezlerde ve bilhassa Bağdat’ta kitap merakı ve bunları yazarak çoğaltan “verraklar” artmıştı. İşte bunların kitap istinsahında kullandıkları yazıya verraki, muhakkak veya ıraki deniliyordu. VIII asır sonralarınan itibaren hat sanatlarının güzeli arama gayreti neticesi ölçülü olarak şekillenen yazılar asli ve mevzu hat ismiyle de anılmaya başlandı. Bu yazıları ileri bir merhaleye eriştirenler arasında, ayrı bir mevki olan ibn mukle hattın nizam ve ahengini kaydelere bağladı. bu yazılara “nispetli yazı” manasına mensup hattı denildi. Bu gelişmeler olurken küfi hattı da bilhassa mushaf yazılmasından parlak devrini sürüyordu. Yayıldığı nispette farkılıklar gösteren küfi, şimali afrika ülkelerinde daha yuvarlaklaşarak bilhassa endülüs’te ve mahrip’te mahribi adıyla hükümranlığını korudu. Daha çok abidelerde görünen iri küfi hattı da bazı tezyini unsurlarla birlikte, dekoratif bir mahiyet kazandı. Mensup hattının yukarıda verraki adıyla geçen ve umumiyetle kitap istinsahına mahsur olup bu sebeple neshi de denilen şeklinden, XI. asrın başlarında muhakkak, reyhani ve nesih hatları doğdu. Bu devrin parlak ismi olan ibnül- bevvap, ibn mukle yolunu değiştirdi ve XIII. asır ortalarına kadar da uslup sürdü. O zamana kadar düz kesilen kamış kesilen kalemin ağzını eğri kesmek te onun buluşudur ve bu hal yazıya büyük letafet kazandırmıştır. Aklam-ı sittenin bütün kaydeleriyle hat sanatındaki mevkiini alışıyla yukarıda tanıtılanlar dışında bugüne sadece isimleri kalmış bulunan birçok hat cinsi de unutulmaya terkedilmiş oldu. (mesela: sicillat, dibac, zenbur, mufattab, harem lului, muallak, mürsel vb)
Buna da bakmak isteyebilirsiniz ...